Sultan Selahhaddin: Yine gelecekler
“Dün gece hasta yatağımda pek çok kâbus gördüm. Alman imparatorunu
gördüm. Uzun kırmızı sakalı ve saçı vardı. Saçları miğferinden dışarıya
taşıyordu. Mavi gözleri, sanki birer silah gibi duruyordu yüzünde. Dev gibi bir
Macar atına binmişti ve atın yanında çok uzun bir kılıç asılıydı. Giysilerinde
ve atın üzerinde irili ufaklı haç işlemeleri vardı. Âdeta, sığabilecek her
boşluğa birer haç işlenmişti. Sonra birden ordusunu gördüm. Askerler ve
bayraklardan ufuk görünmüyordu. Hayatımda böyle bir ordu görmemiştim.
Hızlı
hızlı yüce Allah’a dua ediyordum, ter içinde ve hızlı hızlı Felak suresini
okuyordum. Bitiriyor, tekrar başlıyordum.”
Uyanınca oğlu El-Zahir’i
yanına isteyen Selahaddin’e oğlu Zahir sormakta gecikmedi.
“Tekrar gelecekler mi baba?”
“Kim?” dedim telaşla.
“Haçlılar
elbette, kim olacak? dedi Zahir. “Tekrar böyle seferler yapacaklar mı?”
“Hiç şüphen olmasın” dedim. “Yine, yine, yine gelecekler, görmüyor musun gözlerindeki öfke ve inadı?
Yüzlerce yıl sürse bitmeyecek, sönmeyecek bir nefret ateşi onlarınki.”
“Biz ne yaptık bunun için?” diye sordu Zahir.
Selahaddin “Biz bir şey yapmadık oğlum. Aslında herkesin
yapacağından farklı bir şey yapmadık. Ama biz onlara hiçbir zaman ve hiçbir
yerde boyun eğmedik. Yahudilere ve başkalarına yaptıklarını bize yapamadılar.
Öfkeleri
hep bundan. Öfke onların içinde. Bu Romalılar zamanından beri böyle. Bakma
şimdi Hristiyanlar, ama o zaman da özleri aynıydı.
Dünyayı
kendi evleri, kendileri dışında kalan herkesi de köle olarak görmek istiyorlar.
Nasıl olur da onları yenme cüretini gösteririz. Ama beni en sinirlendiren ve
anlayamadığım bizleri aşağı görmeleri ve küçümsemeleri. İnsanlara yukarıdan
bakışlarını gözünün önüne getir, bir mümin için sadece o bakış bir şirktir.
Dudaklarını büzerek, burunlarını kıvırarak.
Ne
cüretle?
Emin
ol yine gelecekler.
Kendini
buna hazırla.
Çocuklarını
buna hazırla.
İyi,
güçlü ve tecrübeli bir orduya sahip ol her zaman. Ne bahasına olursa olsun.
Bunların
barış vesaire laflarına kulak asmayın. Barış bunların dilinde zayıf
zamanlarının mızmızlanma sözcüğüdür. Elbette en hayırlısı barıştır, ama
unutmayın, onlar için barış, yeni bir harbin hazırlığının adıdır.” diye devam etti.
Selahaddin bu şekilde
son birkaç gününü daha acılar ve rüyalar içinde geçirmeye devam eder. Zamanında
bir dervişin ona dediği “Ölümü nasıl
hayal edersen sana öyle yaklaşır ve ruhunu öyle alır” sözünü hatırlar ve
kendi kendine mırıldanır. “Nasıl hayal
etmeliyim şimdi? Şu demir adamlara karşı kalabalık bir hücumda, elde kılıç en
önde?
Ya
da bir şehrin surlarına sarı bayrağı dikerken oklanarak?
Keşke
hiç kahraman gerekmese bu dünyaya. Hüsn-ü Yusufların binbir renkleriyle
doldurduğu bir koca çayıra uzanmak ve toprağa öylece yatmak. Beni böyle almalı
itiraz kabul etmez başmelek. Usulca giderim onunla.
Ben
Selahaddin Yusuf bin Eyyub, Kudüs Fatihi.”
(Reha Çamuroğlu’nun Sultan Selahaddin’i
anlattığı biyografik romanından alıntıdır.)
Ve bir 4 Mart günü, 1193 yılında, tahtı atının eyeri olan Kudüs
Fatihi Selahaddin Yusuf bin Eyyub emanetini Rabb’ine teslim etti.
Şarkın sevgili Sultanı, Hadimü'l-Haremeyn
unvanını ilk kullanan Kudüs Fatihi Selahaddin’in dediği gibi oldu.
Bırakın yeniden gelmelerini bu coğrafyadan da zihin dünyamızdan
da hiç gitmediler.
Müslümanlar zayıf
düştüklerinde öyle bir geldiler ki, son bir asırdır coğrafyada kan ve
gözyaşından gayri tek bir iyi gün geçirmedik.
Ve yine geldiler
Tarihler 11 Aralık 1917'yi gösterdiğinde Selahaddin’in emaneti Kudüs düşer.
Osmanlı ordusunu yenerek Kudüs'e giren İngiliz Orduları Komutanı
General Edmund Allenby, kabri Şam’da bulunan Selahaddin Eyyubi'ye nazire
yaparcasına Aslan Yürekli Richard edasıyla Kudüs sokaklarında dolaşır.
Oysa Selahaddin daha son nefesinde yine geleceklerini
akledenlere miras bırakıp gitmişti.
Allenby’den hemen sonra aynı Haçlı zihniyeti İstanbul ve
Bursa’da da görünür.
13 Kasım 1918’de Fatih Sultan Mehmet Han’ın emaneti de işgal
edilir. İngiliz ve Fransız komutanlar Roma İmparatorlarına
özenerek İstanbul sokaklarında merasim yürüyüşü yaparlar. O sıralarda
söyledikleri Marseyyez marşı Türk edebiyatına konu edilir. Kemal Tahir’in Esir
Şehrin Mahpusu’nda, elleri kelepçeli olarak Bekirağa Bölüğünden alınıp
başka bir cezaevine götürülen Kâmil Bey, Marseyyez’in çalındığını işitince çok
üzülür.
İşte o günlerde Marseyyez marşını İstanbul sokaklarında Fransız
askerleri ile birlikte söyleyenlerin sulbünden gelenler, bugün de İstanbul’un
duvarlarına “Zulüm 1453’te başladı” yazmakla meşgul.
Elbette Selahaddin-i
Eyyubi’den öğreneceklerimizi sınırlı bir köşeye sığdıracak değiliz ama
unutmamamız gereken husus bu coğrafyada müteyakkız olmadığımız takdirde
yerimizin çok da sağlam olmadığını iyi anlamamız gerektiğidir.
Ve Kudüs Kartalı, şarkın en sevgili sultanına bir söz…
Kod ÇeviriciKod Çevirici EmojilerEmojiler