Yazar: Erol Yıldız
Osmanlı döneminde yediden yetmişe herkesin toplandığı,
istirahat ettiği, hem halka sosyalleşme imkanı sunmasıyla, hem de kültürünü
artırmasıyla tam bir halk meclisidir. Osmanlı kasabaları genel olarak camileri
merkez edinen bir meydan etrafında hükümet binaları ve çarşısıyla oluşurdu.
Şehirlerde bu tip kasaba ve benzeri mahallelerin çoğaltılmış hali bir araya getirilmiş
halidir. Bu merkez olan meydanların bir kenarında ağaçlı küçük bir mekan
kahvehane olurdu. Osmanlı döneminde kahvehanelerden günümüze kısa bir yolculuk
ve nostalji yapalım.
Tarihimiz konusunda birçok olaylara ışık tutan Peçevinin
rivayetlerine göre İstanbulda ilk defa 1554 yılında Halepli Hakem ve Şamlı Şems
isimli iki kişi Tahtakalede birer kahvehane açmıştır. Zaman içinde burada şairler, katipler ve zamanın ileri gelen eşrafı toplanarak
hem kahve içer hem de sohbet ederler. Kitaplar okunur, kahve içilirken edebi
sohbetler olmasıyla entelektüellerin toplandığı bir merkez olmuşlardır. 1600’lerden
sonra tütün içiminin artışıyla kahvehanelerde göz gözü görmez oldu.
Kahvehaneler zaman içinde gizli toplantıların yapıldığı,
halkın işinden geri kalmasına sebep olmasıyla hükümetin takibine girdi.
Önce tütün yasak edildi. Sonra kahvehaneler birer, birer kapatıldı. 1633
yılında bir tütün tiryakisinin ihmali sonucu çıkan yangında 20 bin ev yandı.
Sultan IV.Murat kahve ve tütünü yasakladı. Kahvehaneleri kapattı. Kontroller
çok sıkı yapıldı, uymayanlar cezalandırıldı. Bu yasaklar halkı tütünden ve
kahveden vazgeçirmedi. Kendisi de tütün tiryakisi olan Şeyh’ül İslam Bahai
Efendinin fetvasıyla kahve ve tütün yasağı kalktı. Kahvehaneler mantar gibi
çoğaldı. Hatta Anadolu ve Rumeli’ye yayıldı.
Osmanlı döneminin kahvehanesi kare şeklinde, üç tarafında
geniş kanepelerin olduğu, bir köşesinde çay ocağı, ortasında havuz,
duvarlarında manzara resimleri olurdu. Müşteriler ayakkabılarını çıkararak
girerlerdi. Kahvenin bir köşesinde seyyar berber olurdu. Yazlık mekan olarak
genelde bir söğüt ağacının altında küçük peyke ve hasır iskemlelelere
oturulurdu. Nargile, kahve, çubuk tütün kahvehanelerin vazgeçilmezleriydi. Çay
19. asır sonlarında cemiyet hayatına girmiş sonrasında “Gönül ne çay ister ne çayhane gönül sohbet ister çay bahane” denmeye
başlanmıştır.
Kahvehaneler vakit öldürülen yer değil, hoş ve hikmetli
sohbetlerin olduğu, bir kişi tarafından okunan kitabın can kulağıyla dinlendiği
yerlerdi. Bu yüzden kahvehanelerin adı “Kıraathane-Okuma
evi” olarak söylenirdi. Herkesin kendine göre gittiği bir kahvehanesi
olurdu. Kahvehanelerde iki kişi
tarafından oynanan orta oyunu yani mizahi Türk tiyatrosu oynanırdı. Meddah
denilen günümüz tabiriyle talk-show ustaları tarafından hikayeler, taklitler
bazen de hükümeti de eleştiren ve mesajların verildiği hiciv sanatı yapılırdı.
Saz şairleri şiirler okurdu. Ozanların musiki konserleri verdiği sanat
merkezleriydi. Osmanlıdaki kahvehane geleneği 2. Viyana kuşatmasından sonra
Avrupa'ya da yayılmıştır. Viyana kafeleri meşhur olmuştur.
Kahvehaneler artık günümüzde entelektüel havasını
kaybetmiş olup insanların toplanıp kağıt oyunları gibi oyunları oynadığı
mekanlar olmuştur. Çay, kahve, nargile gibi ikramlar devam etmektedir. Kahvehanelerde
okunan artık tek şey günlük gazetelerdir. Çoğu kahvede gazetede yoktur. Onun
yerini televizyonlar almıştır. Siyasi mevzuların, sosyal konuların konuşulduğu,
hararetli konuşmaların yapıldığı, çoğu zamanda ülkenin kurtarıldığı mekan olma
özelliğini kaybetmemiştir. Belki de halkın siyasi tansiyonunun kolayca
ölçülebileceği yerler kahvehanelerdir.
Kaynak:
http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=638
Kod ÇeviriciKod Çevirici EmojilerEmojiler